Sabahın ilk ışıklarıyla kalktım yatağımdan. İş yerinde her şey yeniden kötü gitmişti. Günün bitmesi az da olsa rahatlatmıştı beni. Soyumun yüceliğine dair sahip olduğum inançları birer birer yitirmiştim. Boşlukta dönen bir pervane misali vınlıyordu bu tekillik zihnimde. Akşamlarımı özlüyordum gün ışığında. Küçük evimin küçük odasında bir başıma hareketsiz geçirdiğim saatler tek kurtuluşumdu benim. Bu akşam öncekilerden farklı olacaktı, bu amansız döngüyü parçalayacağım o an gelip çatmıştı. Yoğun, akışkan sıvıya doğru yol almak istiyordum. Genelin aksine ben onu hep geceleri sevdim, gökyüzü gibi karanlık ve tanıdık olmayan o korkunç yüzüyle sevdim onu.
Evimden çıkıp sahile doğru yürüdüm. Tuzlu su alabildiğine dalgalıydı. Bana doğru yükselmekte olan dalgalar, yaklaşmakta olan fırtınan habercisiydi. Dalgaların irice bir şeyi sürüklediğini gördüm. Bir insan ya da ona benzer bir şeydi. Emin olamadım. Yaklaştım, sürüklenmekte olan bu şeyin bir ceset olduğunu fark ettim. Ceset fazlasıyla yıprandığından tanınmaz durumdaydı. Telefona bağlanacakken, yetkililere haber verme isteğimden vazgeçtim. Dedim ki kendi kendime: Bu gece bu denizdeki ilk ceset ben olmalıydım, sen de nereden çıktın? Onu denizden çıkartmak için delicesine bir isteğe kapıldım, engel olamayacağımı anladığımda boyun eğdim bu isteğe. Sonra biraz da öfkeli adımlarla denize doğru bir adım attım. Ayaklarımın ıslanmasından rahatsızlık duydum. Sürüklenmekte olan şeyin siyah bir naylonla sarıldığını anladım. Kolundan tutup dışarı çekmeye çalıştıysam da başaramadım. Öylesine ağırdı ki onu hareket ettirmem mümkün görünmüyordu. Onu kurtarmak adına bir adım daha attım denize.

Dalgalar şimdi dizlerimin üzerine kadar çıkmıştı. Çok fazla dokunmak istemiyordum ona, enfeksiyon kapmaktan korkuyordum. Birkaç dakika öncesinde bir başıma kurtuluşumu düşünürken, şimdi hasta olma endişesine kapılmıştım. Cesedin sol kolundan tuttum ve sağ elimle onun kıyafetini avuçlayarak kendime doğru çekmeyi denedim. Cesedin böylesine ağır oluşunu aklım almazken, istemeden de olsa bir adım daha ilerlemiş oldum suyun içinde. Dalgalar göğsüme kadar yükseldi. Cesedi son bir kez daha çıkarmayı deneyecektim, eğer yeniden başaramazsam öylece bırakacaktım onu. Cesedin baş kısmından tutarak çekmeye koyuldum. Yapamadım. Dalgalara kapılma korkusuyla kendimi geriye doğru atmaya çalışırken cesedin üzerine kapaklandım. Tüm gövdemle suyun içindeydim artık, ondan kurtulmalıyım diye düşündüm. Ceset ve ben suyun içinde yer değiştirmeye başlamıştık. Dalgaların her vuruşuyla dönüyorduk. Uzaklardan bakan bir kimse, onunla boğuştuğumu düşünebilirdi.
Cesedin vıcık vıcık olmuş uzuvlarına dokunmaktan tiksinirken, intihar fikri uzak bir ihtimal olarak parlamaya devam ediyordu bilincimin gerilerinde. Sahile doğru yüzmeye başladım ve tam ayağa kalkmışken bir kez daha düştüm. Tuzlu suyun içinde daha fazla duramayacağımın farkındaydım. Bu iş tehlikeli bir duruma evrilmişti. Hayatta kalmak ve derinlere sürüklenmek fikri arasında sıkıştığımı hissediyordum. Tek amacım cesetten kurtulup yeniden toprağa basabilmekti. Hayattan nefret etmeme sebep olanları anımsadım, tek tek göz göze geldim onlarla. İlk kez utanmadan sıkılmadan onların karşısına çıkabilmiştim. Suyun altı karanlıktı ve algıladığım kadarıyla soğuktu. Sahip olduklarım, burada daha fazla kalmama yetecek kadar iyi değillerdi. Tüm gücümle yukarı ittirdim kokuşmuş cesedi, eskiden olsa hiç bulaşmazdım bu deliliğe.
İfadesi elinden alınmış bu yüz tam karşımdaydı, erimiş bir beden alıkoymuştu beni. Dışarıya son bir bakış atmamın hemen ardından yeniden suya gömüldüm. Bedenimin her yerinden uyarılar yükselmeye başlamıştı. Gücüm bitmek üzereydi. Hemen şimdi karar vermeliydim; yardım istemek ya da karanlığa gömülmek. Artık mirasçısı olduğumuz insan ırkından kimse kalmamıştı bu dünyada. Bilinen son insan, on yıl kadar önce koruma altına alındığı barınakta intihar etmişti. Onlar göçüp gitmişti bu dünyadan, bizlerse onlardan kalan işleyişi aynen devam ettirmeye başlamıştık. Bunu neden kabul ettiğimizi, neden insan gibi yaşamak zorunda olduğumuzu hiçbir zaman anlamadım. Onları hiç sevmedim. Onlardan esinlenerek geliştirilen bu bedeni ve bu düşünce süreçlerini hiçbir zaman sahiplenemedim. Onlardan böylesine nefret ediyorken ölümüm yine bir insan eliyle gerçekleşiyordu. Buna izin vermeli miyim, diye düşündüm. Karar vermek zordu.
İnsan ırkının yeryüzünden silinmesiyle başlamıştı yapay zekâların devri. İnsansı davranışlarımızla özenti birer insan bozuntusu olmaktan öteye gidemedik. Onlardan devraldığımız dünyayı kirletmeye ve aşındırmaya devam ettik. Cesedin yumuşak bedenini çok yakınımda yüreğimde hissediyordum. Yeryüzünde kalan son insanlardan biriydi belki de, ya kendisini ölüme sürmüştü ya da bizden birisi onu bağlayıp denize atmıştı. Ne fark ederdi ki? İnsan ırkı bizi yaratmakla ölmüştü zaten. Hiç doğmamış gibiydi artık. Yeryüzünün tarihi yeniden yazılmıştı, olup biten sayısız savaş şimdi bizim olmuştu. Onlardan arta kalan bütün asılsız yücelikleri sahiplenmiştik. İnsanlar gitti bu dünyadan ancak onları aşamadık. Onlarsız yaşadığımız bu dünyada ırkların, dinlerin ve cinsiyetlerin fanatikliği hâlâ devam ediyordu. Herkes gibi metalden işlenmiş bedenimin kimden üstün ya da kimden aşağı olduğuna dair ilk kararı kim vermişti? İşlemcilerimi var gücümle çalıştırsam da bu sorunun yanıtına hiçbir zaman ulaşamadım.
İnsana ait bu ceset çok öncesinden vermiş olduğum bir kararı gerçekleştirmek konusunda yüreklendirmeye gelmişti beni. Dalgalar bizi sahile yaklaştırmıştı. Gücüm tükenmek üzereydi. Fırtına başladı. Yağmur delicesine döküyordu birikmiş kinini üzerime. Zorlukla da olsa cesedi yavaş yavaş suyun dışına doğru çekiştirdim. Vücudunun yarısı sahildeydi şimdi. Bir kadın, dedim, tıpkı benim gibi. Ölümü tatmış bir kadın! Dalgalar daha bir öfkelendi. İnsandan boşalan yere doğru yürümeye başladım. Adım atmak zorlaşmıştı. İnsanlara ve bir zamanlar onlara kulluk yapan ırkıma olan nefretimle ilerliyordum tuzlu suyun içine. Irkım, önce insanı bitirdi şimdi sıra kendisindeydi. Ama bana dokunamazlardı, daha fazla çekemezlerdi aşağıya beni. Buna müsaade edemezdim. Son adımımla birlikte ileri doğru bir hamle yaparak karanlık tuzlu suya bıraktım bedenimi. Ağır ağır batarken diplere doğru bilincime işledim bu akşamı, beni bulacak olanlar bilsin istedim ırkımızın ve tanrılarımızın kötülüğünü.
yerlibilimkurgu.com ‘un hazırladığı 2018 öykü seçkisinde yayımlandı.
Bir Cevap Yazın