Saat gece yarısını geçmişti, final haftası yoğun ders çalışma günlerinde masamdan kalkıp yatağıma uzandım. Gözlerimi dinlendirmek istemiştim; yatağın sallandığını hissettim, deprem oluyor gibiydi. Yerimden kalkmayı denedim ama başaramadım. Elektriğin gittiğini sandım ama bir süre sonra lambanın hala açık olduğunu fark ettim. Gözlerim kararmıştı, bu kısacık anda körlük yaşamıştım, korkmuştum. Yorgunluğa saydım yaşadıklarımı, bir bardak su içtim ve yeniden uzandım yatağıma. Düzensiz kalp atışlarımı bastırmaya çalışırken kulağımda bir nefes hissettim. Ses, içinde adımın geçtiği birkaç kelime fısıldadı, ürperdim, tüylerim diken diken oldu. Gözlerimi açtığımda başka bir yüzle burun buruna beklediğimi gördüm. Çığlık atmamla odamdan dışarı ve oradan da evden dışarı çıkmam bir oldu. Titriyordum, altıma kaçırmamak için büyük çaba gösteriyordum. Nefes almakta zorlanıyordum. Kaç dakika sürdü bilmiyorum ancak sakinleşmem çok zaman aldı. Ev arkadaşım yoktu o gece, ilk başta ne yapacağıma karar veremeden caddede bekleyip ağladım ve sonra içeri girdim, telefonumu aldım, sevgilimi çağırdım. Apartman boşluğunda ağlıyordum ki karşı komşum dışarı çıkıp bana baktı, rahatsız ettiğim için özür diledim; nursuz kadın beni sormadı bile. ”Lanet insanlar! Çok rahatsız olmuşlar” dedim kendi kendime. Apartmandan dışarı çıkıp açık havada beklerken sakinleşmiş ve gücümü toplamıştım. Ayaklarımdaki titreme az da olsa devam ediyordu ama en azından nefes alışım düzelmişti. Bir süre sonra yapmam gerekeni yaptım ve tekrardan içeri girdim. Mutfaktan büyük bir bıçak aldım ve oda oda gezmeye başladım. Aslında herhangi bir şeyle karşılaşmış olsam bıçağı da ona verir, ayaklarına kapanır yalvarırdım ama kendi benliğime duyduğum saygıyla evdeki bu turu tamamlamalıydım. Bütün evi dolaştım, sıra dışı ya da yabancı hiçbir şeyle karşılaşmadım. Sevgilim gelene kadar dış kapıyı yarım aralayıp tam önünde bekledim. Dakikalar saat oldu. Erkek arkadaşım gelmişti nihayet, gelir gelmez boynuna atlayıp ağlamaya başladım. Bıçağı ona devredip evin içinde dolaşmasını izledim. Eğer onu öldürseler orada bekleyemezdim, kaçar giderdim. Bu nedenle kapıyı kapatmadım. Arkadaşım dönüp yanıma gelene kadar açık kapının hemen önünde kaçmaya hazır vaziyette bekledim. Sevgilim, evdeki turunu tamamlayıp yanıma geldi. Ev temizdi.
Stresli olduğumu, yememe içmeme dikkat etmediğimi söyleyip nasihat çekti. Yanımdan ayrılma diye yalvardım. ”Uykum geldi, tuvalete gitmem gerek” dedim, çaresiz eşlik etti bana, ellerimi yıkadım, dişlerimi fırçalarken aynada yine aynı korkunç yüzü gördüm. Çığlık atarken sevgilime baktığımda beni korkutan şeyin sevgilimin bedenini ele geçirdiğini fark ettim. Tüm gücümle saldırdım ona ve caddeye kadar durmadan koştum. Yakaladı beni, onun sevgilim olduğuna ikna olmam zaman aldı. Bir türlü sarılamadım ona, yapayalnızdım ve tehlike hemen yanımdaydı. Gerçekte asıl tehlikenin ben olduğumu biliyordum. Bunu derinlerde bir yerlerde hissedebiliyordum.
Açık hava iyi gelmişti, nihayet elinden tutabildim sevgilimin. Taksi çağırıp hastaneye götürdü beni. Yol boyunca sımsıkı sarılıp ağladım. Doktora olanları anlatamadık, daha doğrusu her şeyi anlatamadık. Sevgilim, acil doktoruna bir çırpıda her şeyi anlatmaya utandı. Kas gevşetici ve ağrı kesici bir iğneyle sakinleşmiştim. Dönüş yolunda sevgilimin kollarında uyumuşum. Eve varışımızı hayal meyal hatırlıyorum. Sevgilimin desteğiyle odama kadar ilerledim, yatağıma bıraktı beni ve derin bir uykuya daldım…
Akşamları sevgilim olmadan evin içinde hareket edemez olmuştum, gündüzleri ise daha rahattım. Bir hafta böyle geçti. Ev arkadaşım geldi. Olanları duymuş ve beni ziyaret etmek istemiş. Bir süredir başka başka arkadaşlarında kalıyordu, aramız iyi değildi. Yalandan sarıldı bana, beni çok merak ettiğini söyledi. İnanmadım ama belki de içten söylüyordu emin değildim. Her neyse! Bu geçen süre içerisinde onlardan aldığım cesaretle günlerimi geçirdim. Aynalara bakmayı denemedim bile, bu şekilde iyi gidiyordum.
Son sınavı da verdikten sonra sevgilimle dışarıda yemek yedik, alışveriş yapıp eve döndük ve final haftasının bitimi ve iyileşmemin şerefine masamızı donattık. Odamda ki masa bu haliyle harika görünüyordu. Masa, meyveler ve çerezlerle süslenmişti. Her şey çok güzeldi. Sevgilim yanımdaydı, ayaklarım yere basmıyordu adeta, mutlu ve huzurluydum. Ah Sevgilim, onu çok seviyordum, o olmasaydı atamazdım korkularımı üzerimden. Saatlerce sever öperdi beni. Onunla sevişmek, onunla zaman geçirmek dünyanın en güzel işiydi. Sanki dünya o var diye vardı. Onun sevgisi besliyor, yaşatıyordu beni…
Ev arkadaşıma sevgilimle zaman geçirmek istediğimi, odamda içeceğimizi söyledim; buna çok kızdı ama ses çıkartmadı. Kıskandı ve sinirlendi, bunu hissettim. Biz odamızdaydık artık, bir ara ev arkadaşımın odamın kapısının önünde dolaştığını fark ettim. Bizi dinliyordu sanki. ‘İyice sıyırdı bu’ dedim. Umursamadık onu, davet de etmedik. Bu özel bir andı ve anlayış göstermeliydi. Sevgilim büyük bir özenle smirnoffu bardaklarımıza doldurdu, üstünü elma suyuyla tamamladı. Aşkımıza ve birlikteliğimize kaldırdık kadehlerimizi. Çokça gülüp eğlendik, sanırım hızlı gidiyorduk, pırıl pırıl olmuştum üçüncü kadehte. Kadehimi doldurması için ona uzattım ve gövdemi ona yasladım. Sevgilim bardağı bıraktı ve beni öpmeye başladı. Gülümsedim ve saçlarını okşadım. Var gücüyle emiyordu beni, dokunuyordu, okşuyordu. Ben de ona yetişmeye çalışıyordum ki aniden çok şiddetli bir ses duyduk. İkimiz de korktuk ve irkildik. Hemen toparlandık ve odadan çıktık. Mutfak lambası yanıyordu, kapısı yarı açıktı. Alkol müydü yoksa korku muydu nedeni bilmiyorum ama ikimiz de titriyorduk. Sevgilimin arkasına saklandım. Sevgilim kapıyı yavaşça itekleyerek açtı. Ev arkadaşımı masada otururken bulduk, yerler cam kırıklarıyla doluydu. Saçları inanılmaz dağılmıştı. Elinde büyük bir cam parçası tutuyordu, göz bebekleri garip bir hal almıştı, sanki gözlerini hiç kırpmıyordu.
Bense korkuyordum. Gözlerini benimkilerden ayırmadan elindeki cam parçasını koluna sapladı ve kolunu bir çırpıda kesti. Anında kan fışkırmaya başladı, gözleri sabitti. Ben çığlık atıyordum. Sevgilim hızla üzerine atladı, camı elinden almaya çalıştı ama başaramadı. Göğsünden yaralandı ve tshirtü çok geçmeden kan içinde kaldı. Yerde parlayan cam parçaları gözümde büyüyordu, midem bulanıyordu, böğürmeye başladım, kendimi kaybediyordum. Arkadaşıma baktım, gözleri üzerimdeydi yine. Kalın, boğuk ve kirli bir sesle ”artık bana aitsin, buna engel olamazsın, direnmeyi bırak” diye mırıldandı. Ses beynimin içinden mi geliyordu yoksa onun ağzından mı çıkıyordu emin olamadım. Şoka girmiştim ve beynim benimle oyun oynuyordu artık.
Sevgilim iki eliyle göğsüne bastırıyor, sızlanıyor ve odanın içinde amaçsızca koşturuyordu. Bense tam anlamıyla donmuş, kaskatı kesilmiştim. Odaya ilk girdiğimde durduğum yerden hiç ayrılamadım. Yerde biriken kan, cam parçaları ile birlikte mükemmel görünüyordu, bir süre bunları izledim. Çok özel bir sanat eseriymiş gibi seyrettim onları. Kırmızının siyaha çalan tonları ve bunlar içinde yarı yarıya parlamayı başaran cam parçaları. Ev arkadaşımın başını masaya bırakmasıyla daha doğrusu düşürmesiyle kendime gelebildim. Masaya baktım, arkadaşımın yüzü görünmüyordu, saçları her şeyi kapatıyordu. Sol kolu gövdesinden aşağıya sarkıyordu, öldüğünü düşündüm ama gidip bakamadım. Hareket edemiyordum. Bağıramıyordum. Hipnoz olmuşçasına izliyordum sadece. Sevgilimse artık çıldırmıştı; ellerini göğsüne bastırıyor, tshirtünü çekiştiriyor, bağırıyordu. Ev arkadaşım ölmediyse bile birazdan ölecekti, sarkan kolundan akan kan eskisi kadar tazyikli değildi. Bir anda beni hapseden bu bilinmezlik dağılmaya başladı ve her şeyi yeniden duymaya başladım. Kulaklarım o kadar hassaslaşmıştı ki en ufak bir ses bile beni çileden çıkartmaya yetebiliyordu. Sevgilimin aptalca bağırmasına, koşturup zıplamasına tahammül edemeyecek duruma geldim bu nedenle. Artık tarif edemeyeceğim bir acıyı yaşıyordum. Kulaklarımı kapatıp, ”sus, ne olur sus, yalvarıyorum sus” diye ağlamaya başladım.
Ağlamam bittiğinde kollarımı iki yana bıraktım. Sevgilimin ayaklarına camlar batıyordu, bağırıyordu. Camlar battığı için yerinden zıplıyor ve yeniden bağırıyordu sonra… Bu döngü öylece devam ederken bende inanılmaz bir öfke doğurmuştu. Çıplak ayakları kan içindeydi, camların bazıları parmak aralarına çakılmışlardı. Tezgâha uzandım, cam sürahiyi aldım ve tüm gücümle kafasına vurdum. Yere düştü, dikkatle yaklaştım, eğildim, yerde kıvranıyordu. Başını, ayaklarını, sırtını tutmaya çalışıyordu. Garip bir şekilde nöbet geçiriyor gibiydi. Elimde kalan büyük cam parçasını şah damarına sert bir şekilde soktum. Çok farklı bir hırlamayla boğazındaki kesiği kapatmaya çalıştı. Vurmaya devam ettim ve nihayet susturabildim onu; kan akıyordu. Kanın şırıltısı giderek azalmaya başlamıştı. Nihayet sesler kesildi. ”Sanırım her ikisi de öldü” dedim içimden. Elimdeki camı bıraktım, yaralanmıştım ama önemli değildi.
Hiç önemli değildi.
Kâbus bitmişti.
Büyük bir boşluk.
Zamanın büküldüğü / bükülebildiği bir yer.
Benim adım Z.. Çığlıklar ve ağıtlar uyandırdı beni. Çığlık atan şey bendim, daha doğrusu bedenimdi. Bedenimi uçsuz bucaksız bir derya gibi hissediyordum. İçinde bir nokta, belki de bir toz zerresi gibi bir şeydim ben.
Ellerimden ve ayaklarımdan bağlıydım, bir yatakta yarı oturur pozisyonda bekliyordum. İki kişi ayak bileklerimden sıkıca tutuyordu. Sapsarı renkte iğrenç şeyler duyuyordum, saldırıyorlardı bedenime. Dayanılmaz bir acıydı, tenimin her bir gözeneğine kızgın iğneler basıyorlar gibiydi. Küçük küçük kesiyorlardı beni. Hem bedenim hem de ben var gücümüzle bağırıyorduk. Gözlerimi açtım. Elli yaşlarında bir kadın, başında yazması, elinde bir kitap oturmuş o arapça şeylerden okuyordu. Kendine özgü bir ritmi vardı bunun, kendine özgü sızlanmalı bir ezgisi… Okudu. Tekrar tekrar okudu. Bu bizi daha da çıldırtıyordu. Okudukları şeyi bildiğimi hatırladım; ben bu kitabı pek çok kez okumuştum. Bu kadının okuduğu şey kitaptan felak suresiydi.
Kul eûzu bi rabbil felak (felakı).
Min şerri mâ halak (halaka).
Ve min şerri gâsikın izâ vekab (vekabe).
Ve min şerrin neffâsâti fîl ukad (ukadi).
Ve min şerri hâsidin izâ hased (hasede).
De ki: “Ben, Felâk’ın Rabbine sığınırım.”
Yarattıklarının şerrinden.
Ve karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden.
Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden.
Ve haset ettiği zaman, haset edenin şerrinden.
Kadının sızlanmalı ezgisinin her kelimesiyle uyuşuyordu bedenim. Ben oralarda bir yerdeydim ama bedenime sahip olan şey artık daha zayıftı. Kadın durmuyor, devam ediyordu;
Kul, euzü birabbin nâs,
melikin nâs, ilâhin nâs,
min şerril vasvasil hannas,
elleziy yuvesvisu fiy sudûrin nâs,
minel cinneti ven nâs.
De ki: “Cinlerden ve insanlardan;
insanların kalplerine vesvese veren sinsi
vesvesecinin kötülüğünden,
insanların Rabbine,
insanların Melik’ine,
insanların İlah’ına sığınırım.”
Sakinleştim. Bedenim uykuya daldı, gözlerim kapalı. Ben bekliyordum. Üzerime bir çarşaf örttüler. Diplerde, derinlerde bir yerlere kapatıldım. Karanlıkta, odaya benzer bir yerde, garip bir boşluk içinde tutsaktım artık…
Karanlık
Akışkan bir yokluk
Karanlıktan öte bir hiçlik-
Hiç olmamış gibi
Hiç var olmamış gibi-
Dördüncü ayın sonunda eskiye oranla daha uyumluydum. Artık yarı insandım, bir bütün gibi hissedemiyordum. Şüphesiz içirdikleri avuç dolusu antipsikotik ilaçlar bedenime hâkimiyetime yardımcı oluyorlardı ama ilaçların etkisiyle boyun, dil ve çene kaslarım ağırlaşmış, kemikleşmişti. Benim değillerdi sanki. Ailem çaresizlik içinde aylardır her kapıyı çalıyorlardı. Gitmediğimiz doktor, gitmediğimiz büyücü, üfürükçü kalmamıştı. Bir cesetten farksızdım. Gün içinde kendimi bir bütün olarak hissedebildiğim dakikalarda her şeyi anımsıyordum. Anımsadıkça büyük bir üzüntü üzerime olağanca ağırlığıyla çöküyordu. Sevindiğim tek bir şey vardı; sevgilimi ve ev arkadaşımı öldürmemiştim. Her ne kadar bunu denemiş olsam da başaramamıştım. Artık sevgilim yoktu, bir arkadaşım yoktu. Üniversite hayatım bitmişti. Oysa yirmi yaşıma yeni girmiştim. Üniversite ikinci sınıf öğrencisiydim. Buğday tenli, düz saçlı, iri gözlü, ince, narin, oldukça güzel bir kadındım. O korkunç günle başlamıştı her şey ve ben çaresizlik içinde sürüklendim durdum. Sadece sürüklendim. Başka bir şey yapamadım.
Yeni bir kontroldeyim, doktorum her zamanki gibi bende hipnoz etkisi yaratan ses tonuyla konuşuyordu. Antikolinerjik ve Deliryumun belirtilerini taşıdığımı, antikolinerjike sebep olan ilaçları hâlihazırda kestiğini, sürecin yavaşça ilerleyeceğini ve bundan sonra çene ve dil kaslarımın normale döneceğini bolca tıbbi terimler kullanarak anlattı durdu. Aslında bizim tıp doktoru olmadığımızı hele hele anne ve babamın bu konularda kesinlikle cahil olduğunu biliyordu. Bile bile böyle konuşmasıyla onu param parça yapmak geldi içimden ama o kadar yorgun hissettim ki kendimi ofladım ona dik dik bakarak. Anladığını ümit ettim. Ama anlamadı. Bizimkiler oturdukları yerde iki büklüm halde allah razı olsun diyorlardı, utanmasalar secdeye ineceklerdi. Doktor da bizi nasıl önemsediğini, bütün hastaları için hep beraber gece gündüz çırpındıklarını, özellikle de benimle çok ilgilendiklerini bla bla bla! Bu konuşmaları dinlemekten bıkmıştım artık. Doktor nihayet beni suçlamaya da başladı. Ne zamandır bekliyordum bunu doğrusu, geç bile kalmıştı. On Emir’i uygulamadığımı, olanların bu nedenle bu aşamaya kadar geldiğini söylüyordu.
On Emir: Uluslararası Şizofreni Hasta Derneklerinin şizofreni hastalarına tavsiyesidir:
1-İlaçlarınızı almayı aksatmayınız!
2- Gününüzü ve gecenizi iyi ayarlayınız. Yeteri kadar uyumaya özen gösteriniz!
3- Stresten uzak durunuz!
4- Uyuşturucudan uzak durunuz; alkol ve sigarada aşırıya kaçmayınız!
5- Yaşantınızda belirli bir düzen oluşturun
6- Her gün için program yapınız!
7- Başkalarıyla bağlantıyı kesmeyiniz!
8- Herkesin her gün yaptığı şeyleri siz de yapınız!
9- Psikiyatristinizle ve tedavi ekibinizle bağlantınızı kesmeyin!
10- Her hafta jimnastik ya da bedensel egzersiz yapınız!
Evet. Haklıydı. Peki, bu emirleri kim vermişti ve kaçımız bu emirlerle yaşıyorduk? Bu emirlere tabi olmamı kim istemişti? Neden eski hayatıma dönemiyordum? Milyonlarcasının içinden neden ben seçilmiştim? Neden ben uçsuz bucaksız bir varoluşun içinde sızlanırken; sen, beyaz önlüğünle ahkâm kesiyordun? Bu sorular sonsuz kez dönüp duruyordu beynimde. Yanıt bulamamıştım yine. Beyaz önlük konuştukça nedenlerim de çoğalıyordu. Hiç bitmeyecek bir döngüyü başlatmıştı beyaz önlük! Beyaz önlük bizle alay ediyordu; beni suçlayıp, ailemi de küçük düşürüyordu. Bundan haz alıyordu. O bunun peşindeydi! Daha iyi bir fikir gelmiyordu aklıma. Odada dört kişiydik; ailem, ben ve o. O kendince hepimizden daha zekiydi, aynı cümleleri tekrar tekrar kurdu. Anlamadığımız tıbbi terimleri sıralıyordu, bunları telaffuz etmek onu eğlendiriyordu. Doktor, biz ucubelerin yanında kendini tanrı parçacığı gibi hissediyordu.
Onu hissedebiliyordum, kamışının sertleşmeye başladığını, konuştukça ağzının kuruduğunu, dilinin hazdan uyuşmaya başladığını, bacaklarının yavaş yavaş titrediğini, külotunun uyguladığı basıncı hissedebiliyordum. Eliyle düzeltebilmeyi delicesine istediğini her şeyimle biliyordum. Beyaz önlük elini masanın altına indiriyordu, bir fırsatını bulsa düzeltebilecekti onu ve rahatlayacaktı. Daha da büyütecekti, belki de biraz okşayabilecekti ama yapamıyordu. Duyduğu ağrı ve zevk onu içinden çıkılmaz bir hale sokuyordu. Doktor böylesine bir mücadele içerisinde sürdürürken nasihatlerini, ben onun bedeninde olup bitenlere dalmıştım. Yavaşça eteğimin içine soktum elimi, külotumun üzerinde okşamaya başladım kendimi; küçük masum daireler çiziyordum, ıslanmaya başladım. Elimi külotumun içine soktum, işaret parmağımı kilitoristimin üzerinde gezdiriyordum. Soldan sağa küçük dairelerle sürdürdüm bunu. Doktor önünü doğrultmak için olmadık çabalara girişiyordu, koltuğunda kıpırdanıyordu. Önü kırılmayı göze alarak onu daha da zorluyordu. Bense işaret ve orta parmağımla dudaklarımın arasında kayıyordum, ileri geri sertçe bastırıyordum. Sağ elim ise nihayet doktorun önündeydi. Ne çok beklemiştik böyle. Kokusunu ciğerlerime çektim. Parmaklarım usul usul sıvazladı beyaz önlüğün sertliğini. Sevişiyorduk. Doktor titriyor, kasılıyordu; tüm gücümle sıvazlıyordum onu. Bıraktığım öpücükler onu delirtiyordu. Son bir kez öptüm onu ve ince bir çığlıkla akmaya başladım. Doktor aktı, beyaz önlük kirlendi. Doktorun gözlerine çevirdim başımı ve gülümsedim. Aniden güçlü bir el kollarımdan tutarak oturduğum yerden kaldırdı bedenimi. İçimden çıkan parmaklarım havayla temas ettiler ve güzel bir serinlik hissini yakaladılar. Parmaklarımı ağzıma götürüp emdim bu kısacık anda. Doktor, hasta bakıcılarını çağırıyordu, onlara emirler savuruyordu. Babam arkasını dönmüştü, annemse beni tutmaya çalışıyordu. İkisi de ağlıyordu. Bense olanca gücümle gülüyordum, kahkaha atıyordum.
Mutluydum.
İğnenin acısını hissettim sonra, küfrü bastım!
Işık geldi.Aydınlandım.
24.01.2017 tarihinde Yeni Papirüs’te yayımlandı.
Bir Cevap Yazın